Obezite, vücut kitle indeksinin (VKİ) (vücut ağırlığı/boyun metre cinsinden karesine bölümü) 30’un üzerinde olmasıdır ve günümüzde en sık rastlanan önlenebilir ölüm nedenlerinden biridir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıklığı giderek artmaktadır. 2010 yılı verilerine göre ülkemizde toplumun %73’ü kilo fazlası veya obezitesi olan bireylerden oluşmaktadır. Yaklaşık olarak son 10 yılda erkeklerde %107, kadınlarda %34 oranında artış olmuştur. Obezite 1980’lerde erişkinlerde görülen bir sağlık sorunuyken ne yazık ki günümüzde çocuklarda da görülebilmektedir. Obezitenin oluşumunda bir çok faktör rol oynamaktadır. Bunlar arasında genetik faktörler, bazal metabolik hız düşüklüğü, diyet şekli, fiziksel aktivite yetersizliği, kullanılmak zorunda kalınan bazı ilaçlar, etnik yapı ve hormonal faktörler bulunmaktadır.
Obezite, özellikle abdominal bölgede olan obezite günümüzde estetik kaygının çok ötesine geçip başta kalp damar hastalıkları, diyabetes mellitus, kanser, yaşam kalitesinde bozulma olmak üzere bir çok sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Obezite konusu geçen bu komplikasyonlar dışında üreme fonksiyonlarında bozulma, solunum problemleri, eklem ve kas hastalıkları ve karaciğer problemleri gibi bir çok diğer sağlık sorunlarına da neden olabilmektedir.
Obezite ile mücadeleye başlamadan önce nedeni ortaya konulmalıdır. Bireyin yeme alışkanlıkları, kilo aldırıcı ilaç kullanımı, sigarayı bırakma, yüksek enerji içerikli içeceklerin fazla tüketimi, egzersiz düzeyinde azalma, ailede obezite varlığı, duygusal yemeye neden olabilecek psikiyatrik hastalık varlığı gibi faktörler ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmelidir. Ayrıca polikistik over sendromu, Cushing hastalığı ve hipotiroidi gibi obeziteye neden olabilen hastalıklar da klinik şüphe varlığında tedavi öncesi mutlaka değerlendirilmelidir. Obezite tedavisinin ilk aşaması yaşam tarzının düzenlenmesidir. Diyet uygulaması ile birlikte grup tedavisi, davranışların yeniden düzenlenmesi ve hasta hekim işbirliğinin sürekli olması kilo kaybının sağlanmasında başarıyı artıran faktörler arasındadır. Diyet tedavisinde ilk yapılması gereken planlı bir yeme programı uygulama ve kalori kısıtlamasına gidilmesidir. Öğünlerde yüksek karbonhidrat ve yağ içeriği saptanırsa bunların ölçüsü azaltılmalı ve sebze, glisemik indeksi düşük meyveler öğünlere eklenmelidir. Yağ, protein ve karbonhidrat düzeyindeki oransal değişiklikten daha çok total kalori miktarının azaltılması hedeflenmelidir. Günlük kalori miktarında 500-1000 kalorilik azalma haftada 0.5-1 kg zayıflamaya neden olabilmektedir. Ayrıca öğünler zamanında alınmalı ve uzun süreli açlıklardan sakınılmalıdır. Bu durum bir sonraki öğünde daha fazla kalori alınmasına neden olarak obeziteyi artırabilmektedir. Yine öğünlerde çorba ve salataların tüketilmesi kalori alımını azaltarak tokluk hissi oluşturabilmektedir. Günlük almamız gereken kalorinin çoğunluğu erken saatlerde az kısmı ise akşam alınmalıdır. Özellikle bütün gün aç kalınarak sadece akşam saatlerinde günlük matematiksel olarak normal kalori miktarı bile alınsa bunun gene kilo aldırabileceği unutulmamalıdır. Zaten bu şekilde yapılan beslenme “Gece Yeme Sendromu” olarak adlandırılabilmektedir. Ayrıca yemek yavaş olarak tüketilmeli açlık hissi kaybolduğunda yemek sonlandırılmalı, karındaki dolgunluk hissinin oluşması beklenmemelidir. Dikkat edilmesi gereken diğer bir ayrıntı ise “duygusal yeme” olarak adlandırılan aslında açlık hissi olmadan zeminde olan anksiyete (gerginlik, sinirlilik) gibi psikolojik durum bozukluklarının neden olduğu obezitenin tespit edilmesi gerektiğidir. Böyle olgular psikloglar ve psikiyatristler tarafından mutlaka takibe alınmalıdır. Ancak bu yaklaşımlara rağmen kısa süreli kilo kaybı sağlanabilirken ne yazık ki hastaların çoğunda uzun dönem kilo kaybı yada verilen kiloların geri alınmaması daha güç olmaktadır.
Obezite tedavisinde başarılı olmanın diğer bir şartı ise egzersiz yapılmasıdır. Kişinin yapmaktan keyif aldığı ve o egzersiz türünü yapmayı engelleyecek herhangi bir sağlık sorunu olmayan herkese haftada en az 2.5 saat olmak üzere ve ardışık günlerde olmamasına özen gösterilerek egzersiz yapması önerilmektedir. Ancak hastanın mevcut durumuna göre egzersiz sürei ve gün sayısı değişebilmektedir. Örneğin sadece yürüyüş yapabilecek hareket düzeyi kısıtlı bir hasta haftada 5 gün 30 dakikalık tempolu yürüyüş yapabilecekken hareket düzeyi daha yüksek bir hasta gün aşırı 1-1.5 saatlik egzersizleri tercih edebilecektir. Adım sayar kullanmak hastaların egzersiz düzeylerini fark etmelerini ve motivasyonlarını artırıcı bir faktör olarak görülmektedir. Özellikle günde 10.000 adım hedefi kilo vermede önemli bir noktadır. Egzersizin kilo kaybına olan katkısının yanında kalp hastalıkları, kandaki yağ düzeyleri ve diyabet gibi diğer risklerin düzelmesine katkıda bulunduğu da bilinmektedir.
Obezite tedavisinde kullanılan yurt dışında yeni onay almış ilaçlar olmasına rağmen yine de sınırlı sayıda tedavi edici ajan vardır. Diyet ve egzersiz tedavisine rağmen VKİ≥25 olan veya diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi ve uyku apne sendromu gibi eşlik eden sorunu olan VKİ≥23 olan kişilere ilaç tedavisi başlanması önerilebilmektedir. Bununla birlikte obezitenin toplumda yaygın görülmesi nedeniyle toplam maliyet fazla olduğu göz önünde bulundurularak ülkemizde de bir çok Avrupa birliği ülkesinde olduğu gibi VKİ≥40’ın üzerinde olan kişilerde reçete edildiğinde sosyal güvenlik kurumu tarafından ilaç temin edilmektedir. Sibutramin en sık reçete edilen antiobezite ilaçlarından biriyken kardiyovasküler yan etkileri olduğu için 5 yıl kadar önce kullanımdan kaldırılmıştır. Zayıflamak için aktarlardan alınan veya internette satılan bazı ürünlerde yüksek doz sibutramin olduğu ve bu ürünlerin kullanılmasına bağlı ciddi sağlık sorunlarının olduğu bildirilmiştir. Orlistat ise yiyeceklerle almış olduğumuz yağların sindirimini sağlayan barsaklarda bulunan lipaz enzimini inhibe ederek yağ atılımını sağlamaktadır. Sistemik dolaşıma geçmemesi avantaj iken yağlı dışkılamaya neden olması yaşam kalitesinde kısmi bir azalmaya neden olabilmektedir ancak bu olumsuz etkiler hastanın diyetindeki yağı azaltmasıyla zamanla azalmaktadır. Diğer bir dikkat edilmesi gereken husus ise yağda eriyen vitaminler olan A,D,E ve K vitaminlerinin emilimi azalabildiği için bu vitaminlerin eksikliğinin olabileceği akılda tutulmalıdır.
Obezite tedavisinde son yıllarda yurt dışında kullanıma girmiş ancak ülkemizde henüz onay almamış bazı ajanlar vardır. Lorcaserin 2012 yılında onay almış bir serotonin 2c reseptörü üzerinden etki eden bir antiobezite ajanıdır. Bu ilacın kalp kapakları üzerine herhangi bir o
lumsuz etkisinin olmadığı görülmüştür. Diğer ajan ise fentermin ve topiramat kombinasyonundan oluşmaktadır ancak bu ajanın gebelerde kullanılmaması gerektiği akılda tutulmalıdır.
Obezite tedavisinde ayrıca destek amaçlı kullanılan ve içinde sibutramin bulundurmayan bazı bitkisel ürünler de kullanılabilmektedir. Beyaz fasülye ekstreleri, krom, hidroksisitrik asit, CLA, L-Carnitin bunlardan bazılarıdır.
Obezite tedavisinde cerrahi bir seçenek olarak bulunmaktadır. VKİ≥40 olanlarda obezite cerrahisi yapılabilir. Ayrıca diyabet, hipertansiyon ve obstrüktif uyku apne sendromu gibi eşlik eden hastalık durumları olan hastalarda ise VKİ≥35 ise bu hastalarda da obezite cerrahisi yapılabilir. Hatta en son 2015 yılında yapılan Dünya Obezite Cerrahi Kongresi’nde (IFSO) bu değerin 30’a doğru yaklaşabileceği tartışılmıştır. Ancak bu yöntemin obezite tedavisinde ilk seçenek olmadığı hatırlanmalı ve uygulanan cerrahi yönteme göre bazı vitamin ve mineral eksiklikleri açısından hastaların takip edilmesi gerekmektedir. Bu durumun neden olabileceği osteoporoz gibi bazı hastalıklardan bu şekilde korunabilinmektedir. Son yıllarda derin beyin stimülasyonu yönteminin de obez olan hastalarda tedavi seçeneği olabileceği tartışılmakla bir birlikte bu konuda henüz kabul edilmiş ve obezite ile ilgilenen bilim dallarının ortak hazırladığı bir rapor yoktur.